Zikrin İncelikleri9
Zikrin İncelikleri
Halvette bulunan zâkir, zikre başlar ve zikri
de kalbe ulaşır basireti ve kalb gözü açılır. Halvetle
ünsiyet eder sadece zarurî ihtiyaçları için
halvetten çıkar. Sonra tekrar halvete girer ve
zikre başlarsa çekirge sürüsü gibi zikir orduları
Seyyâra hücum ederler. Bunlar, arı vızıltısına
benzer bir ses çıkarırlar. Ordu, aynı ateşin odunu
kuşattığı gibi seyyârın arkasından dolanarak
onu sarar, çepeçevre kuşatır.
Seyyâr bazen geceleyin halvetten çıkıp boş
sahralarda yürürken sağından, solundan kendisine
göz kırpıldığını görür. Bu, kalpteki şeytan
gibidir.
Çoğu defa da halvetin dışında vâridlerin hücumuna
uğrar.
Neticede eşya kendisinden gâib olur, olur da
o anda cam içinde camdan başka bir şey göremez.
Varlığın safâsının son merhalesi, onun
cam rengini almasıdır. Bundan sonra ruh güneşini
arkasında görür.
Yeryüzünün içinde bir ateş vardır, gökyüzünün
en yüksek noktasında da bir ateş vardır ve
zikir ateşinin gizlendiği bir yer haline gelince,
oraya ateşler iner, demirci ocağından çıkan
kıvılcımlar, gibi yerden de ateş fışkırır.
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 89
Örnek
İhlâs evi, altından yapılmış bir evdir. Seyyâr
vücut ve varlık çeşitlerini delik deşik etmeden
onu geçemez. Varlık, yuvarlak bir kalkana benzer
şekilde Seyyârın önüne gelir. Seyyâr, ölümü
tatmadan ona geçemez. Heybetin tadılması
böyledir.
Bir gün ona giden yoldaki engelleri ve perdeleri
kendi irâdem olmadan aşıp geçtim. Daha
doğru bir ifade ile bu perdeler ötesi âleme geçirildim
ve orada ölümün tadını tattım. Sonra, o
hazrete gözüm ilişince, bana bir rahatlama hali
ulaştı. Bunun rahmet hazreti olduğu bana ilham
edildi. Orada bir şeyh vardı, onun Rıdvan
(Cenneti, Allah Teâlâ rızası), yine oradaki bekârlar
topluluğunun da âhu gözlü huriler oldukları
bana ilham edildi. Biri müstesna beni gördükleri
zaman hemen peçelerini örttüler. Toprağın
ağırlıklarından kurtularak, kefene sarılı bir şekilde
yerle gök arasında uçuyor gibi idim. Yeryüzüne
yaklaştığım zaman O ahu gözlü gelip
beni aldı ve Kürsî üzerinde oturttu. Daha sonra
şeyh kalktı, sırtımın arka tarafına oturdu beni
örttü ve kalbime:
“Hadi Rabb’ına yalvar, yakar”, diye fısıldadı.
O zaman, beni hazret‐i rubûbiyyet ve
ulûhiyyete gönderdiğini anladım.
Sonra tekrar vücuda (normal hâlime) döndüm.
Bütün yorgunlukları atmış sevinçli, şevk,
yakın kulluk ve hayret ile dolu idim.
Kalb ve ruh toprağa ait parça ve ağırlıklardan
kurtulduğu ve ruhî kuvvetlerle takviye
edildiği müddetçe Seyyâr da oturma, uykusuz
90 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
kalma ve zikir yapma hâline devam eder.
Uyumak için yanını yere koyup yattığı zaman
bile, kesinlikle bilir ki, yerde yatmış olmakla
beraber Aziz ve Celîl olan Allah’ın zikri ile oturmaktadır.
Bu hale son derece hayret eder. Sonra
bu durumun tasavvur edebildiğini düşünmeye
başlar. Neticede oturan yatana dönüşür.
Böylece ikisi bir arada toplanmış olur.
Bunun gibi kim zikir için ayakta durmayı
âdet haline getirir, sonra oturursa, kendisini
devamlı ayakta hisseder. İşte o zaman Hay ve
Kayyûm 61 olan, kendisini bir uyku ve uyuklamanın
olmadığı 62zat ona tecellî eder.
“Daima kâim olan” “kıyamı dâim olan” da
böyledir. (Seyyâr, Allah Teâlâ’nın Kayyûm,
dâima kaim, Hay ve uyumayan sıfatlarının mazharı
olur).
Seyyâr, seyr u sülük hayatının ilk zamanlarında
kendi isteği ile uyumayı terk eder. Bu
terk, rahmet bekçilerinin kendisini yatırıncaya
kadar devam eder. Uyandığı zaman ya yan tarafına
yatmış bir haldedir veya secde halindedir.
Sağ tarafa yatmak sol tarafa yatmaktan daha
iyidir. Fakat sol tarafa yattığı halde uyandırılan
Seyyârın hâli, kendi irâde ve isteği ile uyuyanın
hâlinden yine de iyidir. Secde hali ise hepsinden
iyi ve güzeldir.
Bu uykunun sebebi de şudur:
Nefs, toprakla yoğrulmuştur, toprak ise
toprağı isteyip yatar. Nefs topraktan kurtulup
61 Bk. Al‐i İmran 2; Bakara, 255
62 Bakara, 255
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 91
temizlenince ise yukarda anlattığımız gibi olur.
Seyr hayatının başlangıç ve bitiş mertebeleri
arasındaki Seyyârın durumuna gelince:
Yatırılmaz ve çok uyutulmaz.
Kendi irâde ve isteği ile yattığı zaman ise üstünden
etrafını çepeçevre saran zikir askerlerini
görür. Onların arı vızıltısına veya rüzgâr sesine
benzeyen seslerini işitir. Artık bu seslerden
uyku kaçtığı için uyuyamaz. Bu durum zahirî
duyguların zayıf, batınî hislerin, kalbi duyguların
kuvvetli olduğu zaman meydana gelir.
Halvetin Sırrı
Her şeyi bırakıp Allah Teâlâ’ya yönelen ve
halvete giren, huzurda ve gaybette vehm ve
müşahede ile görür ki halvet haricinde arkadaşlık
yaptığı şahıslar, kendisini önceden bulunduğu
hale davet etmekteler. Eğer irâde yönünden
zayıf ise onu kendilerine çekip cezbederler ve
onu yeniden oyun ve eğlenceye sevkederler.
Daha önce oynadıkları gibi onunla oynar, kendilerini
helak ettikleri gibi onu da helak ve perişan
ederler. Fakat irâde yönünden kuvvetli ise
gücü yettiği oranda onlara karşı koyar.
Eğer halvet hayatını tamamlar neticeye
ulaştırırsa, hepsinden daha kuvvetli olduğunu,
tamamlayamadığı takdirde ise onların kendisinden
daha kuvvetli olduğunu anlaması gerekir.
Halvetin ilk zamanlarında şeyh sayesinde
seyyâr kuvvetli olur. Çünkü seyyâr hâlâ çocuktur.
Seyyâr arkadaşlarını özler ve halvetten çı92
Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
karsa bu, şeyhin kusur ve zayıf oluşundandır.
Çünkü müridi cezbeden ve çeken şeylerle olan
ilişkisini kesmeden onu halvet hayatına sokmuş,
demektir.
Bununla beraber şeyh bazen sadece müridin
işini tamamlamak veya bazı faydalar için onu
halvete sokar. Bazen da herhangi bir fayda
gözeterek halvete başlatır. Meselâ; müridin içi
kötü şeyle dolu olur, şeyh de bu gibi şeyleri,
halvet sopasından başka bir vasıta ile söküp
atmaya kadir olamaz, onun için müridi halvete
sokar.
Hatıra
Halvete ilk olarak girdiğim zaman içimde bir
nevi riyâ ve şöhret duygusu, bu tarikatı minberlerden
insanlara anlatma ve aktarma arzusu
vardı. Onlardan biri değildim ama yine de onlardan
sayılmakta idim.
Sonra anlayabildiğim kadarıyla “Bu yol doğrudur”
diye bende bir keşif meydana geldi.
Fakat halvetin temeli bozuktu. Çünkü gayem
sahih ve niyetim sadık değildi. Halvetin dışında
bir miktar kitaplarım vardı, onları düşünür dururdum.
Bu kitaplar onbir kerre beni halvetten
çıkardılar. Ve halvet darbesinin acısı benden
zail oluncaya kadar halvetin dışında kaldım.
Sonra tekrar halvete girmek istedim. O zaman
kendi kendime şu şekilde dedim:
“Eğer halvete daha önce girdiğim gibi girersem,
yine çıkarıldığım gibi çıkarılırım. Fakat
girilen yere sıdk ile girmeliyim ki, oradan sıdk
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 93
ile çıkabileyim” 63 Bunun üzerine niyetimi saf
ve samimi hale getirdim. Ruhumu ele aldım ve
kendi kendime: “İşte o budur al onu” dedim
Kitaplarımı vakfettim elbiselerimi hediye ettim.
Paraları sadaka olarak dağıttım. Dünyayı arkama
ittim kıyameti önüme getirdim. Ar ve namus
elbisesini çıkardım, insanlar hakkımda şu
şekilde düşünsünler dedim:
“Perişan ve zelil oldu, boyun eğdi veya aklını
yitirdi, olacağı bu idi zaten”. Kendimi şeyhin
önünde teneşir tahtasındaki ölü gibi hissettim.
Şunu dedim:
“Şimdi kabre gireceğim ve kıyamet kopmadan
oradan çıkamayacağım”. Sonuçta, geriye
kalan üzerimdeki bu elbise benim kefenimdir.
Eğer halvetten çıkmak için aklıma bir şeyler
gelir ve bunlar da kuvvetlenirse insanların yanına
çıplak çıkmaktan hayâ edip çıkmamak için şu
üzerimdeki elbiseyi yırtar parça parça ederim.
O zaman sadece halvethânenin duvarları benim
için elbise vazifesini görür, diye düşündüm.
Bütün bunlar kurtuluş ve necata karşı olan
aşırı şevkimin neticesiyle olmuştur.
Bu düşüncelerle girdiğim halvetten şeyhimin
izin ve müsaadesi olmadan çıkmadım, ayrılmadım.
Şeyhim Ammar Yasir kaddese’llâhü sırrahu’l
azîz, bana şu şekilde demişti:
“Halvete girdiğin zaman sakın nefsinle konuşma.
Kırk günlük halveti tamamlayıncaya
kadar buna uy. Nefsiyle konuşan kimse daha
63 Bk. İsra, 80
94 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
ilk gün halvetten çıkarılır. Eğer konuşacaksa
nefsine şunu desin.
‘Burası kıyamet gününe kadar senin kabrindir.
Bunu iyi bil”.
Sonra sözüne şunu ekledi:
“Bu çok ince bir noktadır ve bununla ancak
(Hakk’a) ulaşanlar ikaz olunur”.
Seyyâr, daha önce gördüğü, tanıdığı, dostluk
ve arkadaşlık yaptığı malik olduğu kimselerle
mücadelesi ve savaşı devam ettiği sürece halvetle
ünsiyet peyda edemez. Ondan haz alamaz
ona harp ilan ederler. Çünkü halvet öncesi ilâhı
onlar idi.
Öyle ki, seyyâr her şeyden yüz çevirip sadece
Allah Teâlâ’ya yöneldiği zaman bile, her şey
onun yanına gelir ve onu Allah Teâlâ’yı bırakıp
kendisine kul köle olmaya davet eder.
Seyyâr mücâhedesine devam edip ve Allah
Teâlâ da onlara karşı kendisine yardım ederse,
halveti sıhhatli olur ve onlar da kendisini yalnız
bırakırlar. Böylece de halvete ısınır. Halvete
ısındığı zaman onun zıddı olan şeylerden sıkılmaya
başlar. Bundan sonra kendisi için halvete
girdiği zatın zikri ile ünsiyet kurar. Bu Hakk
Sübhânehu ve Teâlâ’nın zikridir.
Bazen zikir ünsün bile önüne geçer. Fakat
umumiyetle birlikte yansır ve birbirlerini takip
ederler. Bu müsabakanın sırrı da şudur:
Seyyâr yolun başında zıtlardan sıkılır, uzak
kalır ve halvetle ünsiyet kurar daha sonra dost
aramaya başlar. Bazen da daha yolun başında
iken Hakk’ın keşfi vaki olur. Sonra dostun zikri
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 95
ile ünsiyet kurar, daha sonra zıtlar dostun sevgisini
karıştırıp ve karmakarışık hale getirirler.
Bundan dolayı halvette ünsiyet etmek ister.
Sürekli olarak zikir ve halvetle ünsiyet eder.
Sonuçta diğer ilahlar ve zıtlarla tamamıyla ilgisini
keser. Bunlara ait hatırlayışta kesinlikle terk
edilmiş olur. O zaman ünsü Hakk ile olur. Bu
halvet meydanının sonu budur. Manevî halvetin
başlama noktası da burasıdır. Seyyâr şeklen
ağyar ile beraber olur. Fakat manen ariflerle
beraber bulunmaktadır.
Cüneyd Bağdadî kaddese’llâhü ruhâhû, halvette
bulunan müridlerine şu şekilde derdi:
“Ey halvet sahipleri! Halvette iken halvetle
dost olursanız halvetten çıktığınız zaman bu
dostluk ve ünsiyeti kaybedersiniz. Eğer halvette
iken O’nunla dost olursanız sizin için
halvethânelerle sahralar eşit olur”.
Ebu Necib Suhreverdî’nin (hyt. 563/1168)
yanında halvet ehli olan bir zattan bahsedilmiş
ve şu şekilde denilmişti:
“Zikirdeki istiğrakı o hadde ulaşmıştır ki,
göğsünden zikir işitiliyor. Fakat maddî âlemle
ilgili bir şey gördüğü veya bir şey işittiği zaman
hemen zikir (dünyası) karışıyor, bulanıyor,
canı sıkılıyor, kızıyor ve inkâr ediyor.”
Bunun üzerine şeyh müridlerine şu yolda
tavsiyelerde bulundu:
“Bunun gibi olmayınız”. Bunun anlamı şudur:
“O’nunla ünsiyetiniz sıhhatli olsun ki hiç bir
şey zihninizi karıştırmasın.”
Nasıl ki, Allah Teâlâ’yı bırakarak saf zikri,
96 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
şahidlerini ve uçuşunu kendine ma’bud yapmıştı.
Onun için bir şey gördüğü, bir ses işittiği ve
kalbine bir hatır geldiği zaman, iç dünyasının
karışması kaçınılmaz olmuştur.
Zikrin Sırları
Zikirle meşgul olan Seyyâr kendisine şu şekilde
seslenilen bir makama ulaşır:
“Zikrin, seni nasıl zikrettiğini görmek için
zikretme. Çünkü o mezkûrdur. Zâkir değildir.
İnsan devamlı olarak Hakk’ın mezkûrudur.
Ancak Allah Teâlâ ile aralarındaki koyu karanlıklar
ve kesif perdeler sebebi ile bunu işitememekte
ve duyamamaktadır. Onlar işitmezler
ve bu hâli hissetmezler.
Mürid, zikirde istiğrak hâline ulaştığı zaman
sülûkü kesintiye uğrayanların kaldıkları yerde
kalmasın, diye zikri bırakmasını şeyh ona emreder.
Çünkü sıfatlarda durmak, zattan ayrı kalmayı
gerektirir.
Seyyâr dil ile yaptığı zikirle uzun bir zaman
geçirdikten sonra, kalbin bu zikirden bıkıp
usandığı bir noktaya ulaşır. Artık dil ile yapılan
zikir kalbi karıştırır, karışıklığa uğratır. Onun için
dili, zikretmekten alıkoyar, kalpteki huzuru
devam eder senelerce dil ile zikredemez. Bu
şahıs mümin, mukîn (kat’î bilen) ve mutkın
(takvalı‐ihtiyatlı) dır. Ancak o, farz namazları
kalp takvası ile fiilen eda eder. Çünkü KALP,
FARZLARIN TERK EDİLMESİ YOLUNDA ASLA
FETVA VERMEZ. Bunun yanında hiçbir zaman
şüpheli konularda da fetva vermemiştir.