ali çeker
Ülkeler adaletle korunur!

Tasavvufda humut ve cumud10

TASAVVUFTA HUMÛD CUMÛD

Cumûd

Nefs ateşi, şeytanlık ateşi, açlık ve susuzluk

köpeği ateşi, şehvet ateşi ve bütün bunların

kapsamına giren çirkin huylar türünden olan

kötü ateşleri söndürdükten sonra meydana

gelir.

Durum böyle olunca, biri semâya çıkan, diğeri

oradan inen iki soğukla, dâhil ve bâtın serinler,

harareti gider. O zaman Seyyâr, soğukta

donuk bir hale gelir. Bu af soğukluğu ve serinliğidir.

Neşe, sevinç, hafiflik ve rahatlık içinde ve

kötü olmayan, iyi olan bir şekilde Seyyâr donar.

Bu donukluğa elbiselerin çokluğu veya evin

sıcaklığı fayda vermez. Hatta ateşe de girse

durum değişmez. O zaman, Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin şu duasının hakikati

ortaya çıkar:

64 Atâullâh el İskenderi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz El

Hikemü’l Atâiyye de buyurdu ki;

“Vücudunu miskin toprağa defin et. Çünkü toprağa

gömülmeyen bir tohumun yeşerdiği görülmemiştir.”

(Hem toprak ol, hem de toprakta sırlan

demektir.)

الخمول tembellik, miskinlik. Toprağın tembelliği hakarete,

ezaya tepkisiz olması demektir. Ne atılırsa

kabul eder.

Tohumun yeşermesi için toprağın sakin kalması

gerekir. Eğer kök hava alırsa büyüyemez.

98 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

“Rabbim beni soğuk ve kar suyu ile yıka”.65

Humûd

Bahsedilen bu ateşin sönmesidir.

Humûd ve cumûd birbirini izleyen iki hâldir.

Ateş söndükçe yerleri, üzeri küllenir. Bir yer,

bir şeyle onun zıddından hali olmaz. Bu iki hâl

edebî olarak soğuk ve sıcağın zarar vermediği

bir hâle ulaşıncaya kadar Seyyârla beraber bulunurlar.

Seyyâr, cumûd ve humûddan, cumûd

ve humûdun bulunmadığı yani ne sıcak ne de

soğuk olan bir hale yükselir. Bu ise bir takım

erkân ve unsurlardan sıyrılıp katıksız safâ ya

ulaşıldığı zaman meydana gelir.

Bu ateşler bütünlerin parçalarıdır, tamamen

yok olmazlar, tersine bütünlerle birleşirler. Bu

bütünler, kendileriyle mücrim ve günahkârlara

azab edilecek olan ateşlerdir. O mücrimler suç

işlemiş ve böylece ateşin gövdesini büyütmüşlerdi.

Burada “büyük ve küçüğün sırrı” ortaya

çıkıyor. Çünkü büyük ateş küçük ateş gibi değildir.

Bunun için namaz aydınlığı ve neşesi bu

ateşin tamamını değilse bile bir kısmını söndürür

öbürlerine kâfi gelmez. Onların sönmesi için

kısas, had, keffaret ve hepsine tevbe etme soğutucularına

ihtiyaç vardır.

Tevbe pişmanlıktır. Tevbe bir zabıttır.

Yakıtı, taş kesilen kalpler ve insanlardan

65 Buhârı, Ezan, B. 89; Daavat, 39, 44, 46; Müslim,

Salat, 204; Mesacid, 147; Zikir, 48.

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 99

meydana gelen ateş tutuşturulunca, kalbin

sahibi Rabbını unutur ve böylece ateş yiyeceğini

ve yakıtını temin eder. 66

Ateş doyunca heyecanı sükûnet bulur, o

zaman günahkâr olan durumunu hatırlar,

bâtıldan yüz çevirip Hakk’a yönelmeye gayret

eder. Pişmandır artık. Rabb’ına pişmanlığını şu

şekilde arz eder:

“Seninle çok yaptığım iş ne fenâ, hâlbuki

eskiden ve yeniden seninle ne güzel anlaşma

yapmıştım. (Elest bezini) 67

Beni affet, benim için merhametli ve şefkatli

ol Rabbim.. Arzum ve ümidim budur”.

Bu soğukluk da bir cüzdür, onun da yok olmayan

bir tümü vardır. Ancak bu da tüme katılır.

O tüm Cehennemdeki Zemherîr (soğuk yer)

dir.

Seyyâr maddî erkân ve unsurların yük ve

ağırlığından kurtulunca dört melek onu Kudret

ve Rubûbiyetin huzuruna çıkarırlar. Bu unsurların

terbiyesi de bu rubûbiyetle ilgilidir. Yükseltmede

tutulan bu yol dar bir daire şeklindedir.

Vücudun burçları ve tabiatın kuyuları bunlardır,

nasıl ifade edersen edebilirsin.

Seyyâr bundan sonra Arşın veya kalbin saf

oluşunu temaşa ederek sürekli olarak huzur ve

gaybet hâlinde bulunur. Bu saflıktan dolayı

âlem‐__________i şehâdette (dünyada) nereye bakarsa

baksın, o şey kalb meydanına nakşolunur ve o

şekli göz kapakları ister açık olsun ister kapalı

66 Tahrim, 6

67 Araf, 172

100 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

bir müddet, önünde müşahede eder. Sonra yok

olur. Böylece halvetin faydası da gerçekleşmiş

oldu. Çünkü halvet ile Seyyâr’ın akla baliğ olduğu,

dünya ve dünyada bulunan şeylerle ülfet

ettiği zamandan beri kalp aynasına nakşedilmiş

olan şeyler, halvet vasıtasıyla cilalanmış olmaktadır.

Bu şekiller üstüste olan ve bir terkib

meydana getiren karanlıklardır ki kalbin pası da

bunlardan hâsıl olan “gaflet” dediğimiz şey de

budur.

Halvet, zikir, oruç, temizlik, susma, hatırları

kovma ve yok etme, rabıta ve arzulan tevhid

etmekle kalbin aynası bu pastan temizlenip

parlatılır.

Zikir ateştir, törpüdür ve çekiçtir.

Halvet, demirci ocağıdır.

Oruç ise iç ve dış temizlik, cilalama âletidir.

Susma ve hatırları kovma ve yok etme ise

Seyyâra gelen karanlık vâridleri yok etmektir.

Rabıta talebedir, istekleri tevhîd etmek de

öğretmendir.

Hikâye

Bir defasında Mağrib’de iken birine âşık olmuştum.

Himmetimi (ve manevî gücümü) onun

üzerine musallat kıldım. Himmetim onu aldı,

bağladı ve benim dışımdaki her şeyden menetti.

Fakat başka râkibleri bulunduğu için sustu,

açık açık konuşamadı. Bununla beraber lisan‐ı

hâl ile benimle konuşmaya başladı. Konuştuğumu

anlıyordu. Aynı şekilde ben de onunla

konuşuyor ve o bunu anlıyordu. Bu iş, ben o, o

ise ben oluncaya kadar devam etti. Bu durumŞeyh

Necmeddîni Kübrâ 101

da aşk ruhun mutlak saflığına düşmüş oldu.

Onun ruhu, bir seher vakti bana geldi, yüzü

toprağa sürmekte idi

“Ey şeyh elamân, elamân! Beni öldürdün,

yetiş!” diyordu. Ne istiyorsun, dedim.

“Gelip ayağını öpmek için beni çağırmanı

istiyorum” dedi. İzin verdim. İstediğini yaptı.

Sonra yüzünü kaldırdı gönlümden tatmin olup

rahatlayıncaya kadar kendisini öptüm!

102 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

اALLAH İSMİ HAKKINDA

İsteyerek de istemeyerek de canlıların nefislerindeki

zikir, alıp verdikleri nefeslerdir. Çıkan

ve giren her solukta Allah Teâlâ’nın ismi vardır.

Bu da “he” sesidir. Çıkan “he” nin kaynağı kalptir,

inen “he” nin kaynağı ise Arştır.

“Hû” kelimesindeki “vav” ise ruhun ismidir.

Çünkü Hazret‐i rubûbiyetin hizmetçilerindendir.

Onun için de bu vuslatı kazandırmıştır.

Şeyhlerden biri, Sehl b. Abdullah Tüsterî

(hyt. 283/986) olduğunu zannediyorum

müridlerine şunu demişti:

“Size bir belâ ve musibet geldiği zaman sakın

ah! “ آخ (Hırlayarak=Hı) demeyin. Çünkü

bu şeytanın ismidir. ah! آه ” (Göğüsten=He)

deyin. Bu Allah’ın ismidir” “vah” وه , “vuh”

وه “ ” da böyledir. Çünkü bu, “Hû” هوnun

ters dönmüş şeklidir.

Dil bir harf ile zikretmek için kâfi gelmez.

Çünkü lisan çift olan şeylerdendir, (küçük dil,

büyük dil). Kalb ise böyle değildir. Zikr için bir

harf ona kâfidir. Çünkü kendisi de herkesin

göğüs boşluğunda bir tanedir.68

Allah “ ا ” kelimesindeki “he” ه ”bu

68 Bk. Ahzab, 4

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 103

“he”dir. Elif ile lâm ( ال )harf‐i tariftir. İkinci lâmın

şeddesi tarifi kuvvetlendirmek içindir. Bu

durumda sondaki “he” ile tarif lâm’ı sakindir.

Arapça gramerine göre iki sakin harf yan yana

gelince birincisi kesre ile harekelenir. O zaman

“Elihe” أَِله ” olur. Ama bu takdirde fiile benzer

ve vezninden çıkar. Daha sonra bir “lâm” ilave

edilir ve bu lâm kardeşi olan öbür lâm’a eklenir

ve birinci aslına uygun olarak cezm edilmiş

halde kalır, ikincisi harekelenir. Bütün bunlar

ism‐i a’zamın “h” ه ”olduğuna dikkati çekmek

içindir.

“He” ه ”sakindir dedik, zira onun aslı

kalbtendir. Kalp daire biçimindedir. “He” “ ” ه

harfinin yazılıştaki şeklinin yuvarlak oluşu bu

manaya işaret etmektedir; Daire, merkezi ve

aslı olan noktadan ayrılmaz, hareket etmez.

Kalp dairesinin merkez noktası ise Hakk’tır.

Şu şekilde ifade edilebilir:

Daire gibi bir sakin, bir de harekeli vardır.

Daire ise bir nokta etrafında bulunur. Dâire,

değirmen taşını çeviren demirin çevresindeki

taştır. Veya dâire kuzey‐güney kutup dâireleri

arasındaki iki noktadır. Kastettiğimiz “Ha”

ها “ ”, ağzımızla söylediğimiz “he” değildir.

Çünkü bu “he” “h” ve “elif” ten meydana gelen

104 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

iki harftir. Bununla biz aslı itibariyle bir olanı,

dilden değil kalpteki aslı yönünden tek olanı ve

çiftler âlemine kafiyen çıkmayanı kastediyoruz.

Çünkü kalp, birlerle çiftler arasında bir vasıtadır.

Bununla ismi aziz olan Allah Teâlâ’nın şu

büyük sırrı ortaya çıkıyor:

“Her şeyden çift çift yarattık ki iyice düşünesiniz.

O halde hemen Allah’a kaçınız”.69 Yani

ikiliklerden birliğe koşunuz.

Kalp kelimesinin sözlük anlamı bir şeyin, şekil

ve mana yönünden ortası ve özü (adl) demektir.

Burada “he” “ ه ”harfi de — ebced hesabıyla—

beş rakamının ismidir. Beş ise tek rakamlı

harflerin (1‐9) tam ortasında yer alır. Beş vakit

namazın sırrı da buradan zuhur ediyor. “İslâm

beş temel üzerine kurulmuştur” hadisi de öyledir.

70

Hüviyet ikidir:

O’nun hüviyeti, senin hüviyetin.

Kendi hüviyet ve kişiliğini yok edersen

O’nun zâtı ile baki olursun. “La ilahe illa’llâh”

sözünün manası da budur. Yani O’nun hüviyetinin

dışında gerçek hüviyet yok. Şu âyette ona

işaret eder:

“O’nun vechinden başka her şey helak olucudur”

71 O’nun dışındaki her‐şey yok olunca

şöyle buyuracak:

69 Zariyat, 49, 50

70 Buharî, İman, B. 1, 2; Müslim, İman, 19‐22.

71 Kasas, 88

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 105

“...Bu gün mülk ve saltanat kimindir? Bir ve

Kahhar olan Allah’ındır” 72

Kendi hüviyetini yok ettiğin oranda O’nun

hüviyeti seni bürür. Böylece, önce iyi olsun

kötü olsun kendi sıfatlarının hüviyetleri fâni

olur. O zaman O’nun cemâl ve celâl sıfatları

seni bürür. Daha sonra zatından fâni olursun,

da O’nun hüviyeti seni bürür. O anda sadece

O’nun hüviyeti vardır. O’nun dışında hiçbir şey

yoktur. O anda va’dı nakd olarak, veresiye olanı

peşin halde bulursun:

“Bugün mülk ve saltanat kimin? Cevap:

“Bir ve Kahhar olan Allah’ın...” (kıyamet

günü söylenilecek bu sözü, şimdi söyleniyor

görürsün).

Zâtın tecellisi makamında “Allah” vâhid manasına

gelir. Çünkü bir olan hiçbir yönden diğer

bir ikincinin varlığını gerektirmez. Çünkü halis

birliğe zıt düşer. Buradaki “kahhar”, bir ve tek

anlamındadır. Zira O, vahdaniyeti ile ferdaniyet

makamında olanları kahr eder. Bunu peşinden

Allah Teâlâ onları mahv ettikten, isbât, ifna

ettikten sonra icad edince şu şekilde feryad

ederler:

اُ اْلواحِداْلقَهَّار

“Sadece kahhar olan bir tane Allah var!”

Kelâmullâh

Allah Teâlâ’nın kelâm ve sözü, gayb âleminde

elbiseden soyununca, Seyyâr sanki kulağının

72 Gafir, 16

106 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

zarı patlıyormuşçasına birtakım sesler işitir.

Seyyâr o anda istese de istemese de kendinden

geçerek secdeye kapanır. Sonra Hakk’ın cemâli

ona ulaşır ve onu isbat ederek var kılar. (mahvisbat).

Bu durum Seyyârın takati ve manevî

gücü oranında olur. “Allah”, kelâmındaki tecrid

(soyutlama) halini devam ettirirse Seyyâr ölür.

Hz. Musa aleyhisselâmın durumu ona keşfen

gösterilir.

İsmi aziz olan Allah Hz. Musa’ya şu şekilde

demiştir

“Biz seninle onbin insanın kuvvetiyle konuşuruz.

Bunu biraz daha çoğaltsaydık muhakkak

ölürdün”.

O zaman sûrun nefhası73 yani sura üflemenin

hakikati ve “Allah’ın günleri” 74 tecellî eder.

Allah Teâlâ’nın günleri, O’nun helak ettiği

günahkâr kavimlerin zaman ve çağlarını ifade

eder. İlgili âyette Allah Teâlâ şu şekilde buyuruyor:

“Onları korkunç bir gürültü yakaladı...”75,

“Onları korkunç bir zelzele yakalayıverdi...”.

76 Yani Allah Teâlâ’nın lutfu onlara ulaşmadı

ve derhal hepsi öldü, yok oldu.

Bu hâl, ismi aziz olan Allah’tan bir lütuf ve

ikram olarak, Seyyârın sebatı, kuvveti, imanı ve

irfanı artsın içindir. Allah Teâlâ’ya yönelenler

gerçekten O’nu saysın ve hakkiyle O’ndan kork‐

73 Zümer, 68

74 İbrahim, 5; Casiye, 14

75 Hud, 94

76 Araf, 91

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 107

sun diye verilir. Bu sır şu âyetten de anlaşılır.

“Rasüllerin haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak

ve tatmin edecek haberleri sana

anlatıyoruz...”77 Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellem de bu haberlerden zevk ve tatmini buluyordu.

Bu konuda bir hadisinde şu şekilde buyuruyor:

“Hud suresi ve kardeşi olan diğer sureler

beni ihtiyarlattı”.78 Bu tat ve korkudan, saçlarına

ak düşmüştü. Çünkü Allah Teâlâ bu surede

O’na şu şekilde emrediyordu:

“Bunun için sen ve seninle beraber olanlar

emrolunduğun gibi doğru olun. Aşırı gitmeyin...”

79

Tusterî (Kaddese’llâhü ruhâhû) nin sözü

Tusterî yukarıda demişti ki:

“Ah” آه Allah Teâlâ’nın ismidir. Sebebini

anlatmıştım. “Ah” آخ “ 80 ” (Hırlayarak=Hı) demeyin.

Çünkü bu şeytanın ismidir. Çünkü “hı”

خ“ ” nın çıkış yeri kalp dediğiniz kurb makamından

uzaktır.

Bunun için meselâ ağzından balgamı atmak

77 Hud, 120

78 Tirmizî, Tefsir‐i sure‐i Vakıa, 6.

79 Hud, 112

80 Mustafa Kara bu kelimeyi “Oh” olarak çevirmiştir.

Yusuf Zeydan’ın tahkikli eserinde ise bizim yazdığımız

gibidir.

108 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

isteyen kimse ona yardım ediyor ve memnun

olmadığı için kovuyormuşçasına “Ah” “ ” آخ

(Hırlayarak=Hı) diye bir ses çıkarır. Yine insan

hoşlanmadığı bir şeyi gördüğü ve onu kendisinden

uzaklaştırmak istediği vakit, “Ah” “ ” آخ

(Hırlayarak=Hı) der ve böylece ona tükürür.

Ayrıca “hı” “ خ harfinin çıkış yeri de Şeytanın

kibir ve büyüklük taslamasına uygun olarak

boğaz harflerin çıkış yerlerinin en üstünde ve

en yukarısındadır.

Nefis rahatı bulunca istirahat eder, keyiflenir

ve: آخه ” “Oh!” (Hırlayarak) 81 der, yan

gelip yatar. Çünkü şeytanın sevgilisi ve dostu bu

(hırlamalı seslerdir) kelimedir. Kadehleri kardeşinin

ve dostunun ismi ile yudumlar. Kendisine

musibet ve belâ oku isabet edince yine “ ” آخه

“Oh!” der. Hâlbuki nefs‐i mutmainne ise bilakis

darda kaldığı zaman “Allah, Allah” der. Şu

âyetteki sır budur:

“...Sabredenleri müjdele ki onlara bir belâ

eriştiği zaman ‘Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz’,

derler” 82

81 Burada “oh” metine benzemese de uygun düştü.

82 Bakara, 155, 156

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 109

ها “ ” “Ha” Sesi

Bu isim, yani “ ها ” “ha”, İsm‐i âzam’a bitişecek

kadar bir noktaya ulaşır. İsm‐i âzam’ın

başlangıcı da Allah Teâlâ’dandır. Çünkü “Allah

kelimesi” bütün cemâl ve celâl sıfatlarını içine

alan zat ismidir. Fakat daha sonra keşfin artmasıyla

manası açıklık kazanır, “Allah” kelimesinin

harfleri azalır ve o zaman sen “ هو “hû” dersin.

هو ” hû hazır, yakin ve sabit olan Zat’a

işarettir, (gaibe işaret değildir).

Bu “ هو ” “hû” kelimesindeki “ و “vav”ın

silinmesi ve ortadan kaldırılmasıyla da harflerdeki

çokluk, terkib, telaffuz ve dudak kımıldaması

sona erer. Artık zikir ve kalbin huzuru

yalnız başına kalır. Sonra bu durum kalpte kuvvet

bulur ve sır noktasına ulaşır. Oradan himmet

ve kudrete intikal eder. Sonuçta İsm‐i

âzamla birleşir. Harfler ve çokluk sebebiyle

و “ ”vav silinerek azaltma durumu vaki olur.

Böylece “he” “ ه ” harfindeki kesret, terkib ve

onu telaffuz etme hali ortadan kalkar. İşte o

zaman sâfî zikr ve kalb huzuru vâki olur. Sonra

bu durum kalpte kuvvetlenir ve oradan sırra

intikal eder. Sır da güçlenince himmete ve kudrete

intikal ederek isme bitişir.

110 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

Seyyâr, zaman zaman “isim denizi”ne düştüğü

vakit kalbinden kendi irâde ve isteğine

bağlı olmadan bir sayha ve ses çıkar. İlk zamanlar

bu göğüsteki bir hıçkırık gibidir. Sonra “ ”ه

(He harfi) kuvvetlenir ve İsrafil’in sûrunun nefesi

gibi Seyyârı veya başkalarını öldürebilecek bir

makama yükselir. İsm‐i âzam ile bağlantı ve

birleşme zayıf olduğu zaman bir ka’b (ses perdesi),

kuvvetli olduğu zaman ise yüksek iki ses

perdesi, bitişmenin çokluğuna işaret etmek için

de zaman zaman üç ses perdesi olur.

Bu sayha ve ses de kendisine riya ve şöhret

hissinin karışıp karışmaması oranında da kuvvetli

veya zayıf olur. Bu konu için şu âyette bir

işaret vardır:

“İki denizi salıverdi. Birbirine temas ediyorlar.

Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip

karışmıyorlar”83.

Bu iki şey hudûs âlemi ile kıdem âlemidir.84

Kıdem âlemi kalbe galip geldiği müddetçe

hudûs âleminin kalp üzerine galebe ve galibiyeti

azalır. Yani kalp bundan boşaldıkça ondan

83 Rahman, 19‐20

84 Hudus: Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda

olma. Yok iken vücuda gelme.

Kıdem: "Öncelik ve eskilik. * Evveli bulunmamak.

Ezeli olmak. * Başkasından daha önce olmak. Zamanca

daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek

olmak. * Cenab‐ı Hakk’ın ""Kıdem"" sıfatı, yâni;

ebedî ve ezelî oluşu."

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 111

dolar, ondan boşaldıkça oradan dolar. Bununla

şu âyete işaret vardır:

“O gün ne mal fayda verir ne de oğullar.

Ancak Allah’a pâk ve selim bir kalb ile varan

müstesna” 85

Ebu Necib Suhreverdi, kaddese’llâhü ruhahû

şu şekilde demişti:

“Kalbim sırf O’nun için boş bir kuyu gibidir,”.

Cezbeli gibi bağıranların sırrı

Kalplerin ism‐i âzamla bitişmesinden çıkan

bu sayha ve figânlar, istek ve irâde şaibesinden

saf ve uzak olursa saf ve halis olur. Eğer istek ve

irâde ile çıkarsa, bu sayhalar ihlâs sarayına asla

giremez.

İkisi arasındaki farka gelince, irâde ve isteğimizin

dışında meydana gelen ses ve sayha,

haberin yokken çarpışan ve ne zaman başladığım

da bilmediğin iki taşın birbirine çarpmasından

meydana gelen ses gibidir. Seyyâr tesbih

ettiği zaman başladığını bilmediğin ve tatmadığın,

kulaklara korku salacak derecede veya

tesbih ettiği zaman, şiddetli ses çıkaran gök

gürlemesine benzer, öyle ki, kulaklara zarar

vermesinden korkulur. Hâlbuki sen başlangıçta

bunu bulmuş ve tatmış olmazsın, başlamasını

bilmezsin.

Fakat insanın kendi istek ve irâdesi ile çıkardığı

sese gelince, bunun için başlangıçta bir

ülfet ve ilk zamanda bir niyeti vardır. Bunlar

85 Şuara, 88, 89

112 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

irâdesi ile hareket edenle zarurî hareket edene

benzer. Aradaki farkı kesin bir biçimde idrâk

edersin.

Bu iki sayhadan birincisi temizdir, oluşun

ve yaratılan âlemin dışındadır. İkincisi ise riyâ

ve şöhret pisliği ile kirlenmiştir.

Şüphesiz kalpler ve ruhlar birincisini kabul

eder, nefis ona boyun eğer. İstekle olan ikincisini

ise kalp ve ruhlar benimsemez. Bunu

irâdenin galibiyeti sebebiyle nefisler onu kabul

eder.

Birinci tabiî seslerin üstünde hayret verici

bir sayha neticesini meydana getirir.

İkincisi tabiatta benzeri bulunan seslerdir.

Fakat bu sesler harikulade ve olağanüstü bir

şekilde çıkmazlar.

Temiz dediğimiz birinci şekil sayha, şeyhin

irâdesinde kendi irâdesini yok ettiği zaman

Seyyâra ikram edilir.

Cüneyd Bağdadî kaddese’llâhü ruhâhû ye

dervişlerin sayhalarından soruldu. Şu şekilde

cevap verdi:

“O İsmi âzam’dır. Onu kim inkâr eder veya

kötü görürse kıyamet günündeki sayhanın

lezzetini bulamaz”.

Hüzünle Olan Üns

Hüzün mutlak susmadır. Onda sayha yok,

sadece nefes darlığı hastalığına tutulan bir kimse

gibi nefes alır‐verir. Sadece korku sebebiyle

uzun uzun nefes alıp vermeler vardır. Bu hâl

kuvvetlenince, ses “ranîn“çançıngırak sesi”

haline gelir. Ranîn noktasını da aşınca hüzün

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 113

sona erer. O zaman hüzünle üns hâlinin ortaya

çıkması için, neşe, coşkunluk ve ferahlık halleri

bastırır, hücum eder.

Hüzün, arzu edilen bir şey elden kaçırıldığı

zamandır. Bunun hakikati kalbin sevgiliye özlem

ve hasret duyması gibidir. Ancak o halinde,

özlem duyduğuna vasıl olduğu için artık özlem

duymaz. Ama ayrıldığı zaman ayrılışı sebebiyle

hüzünlenir.

Hüzün elbisedir veya dış kabuktur. İç ve öz

ise ya özlemdir veya özleyendir. Başka bir deyişle

hüzün lokmadır. Âşık o lokmayı yiyen kimsedir

veya hüzün şarabtır. Aşk veya âşık bunu

içen kimsedir.

Elbise giyen kuvvetlenince elbiseyi atar veya

üzerindeki örtüleri yırtar. Çünkü sevgililerin

yanında elbiseler bir perde ve engeldir. Veya iç

ve öz büyüyünce dış kabuğu yarar veya bir dane

gelişir, büyür, taşı ve toprağı delerek biter.

Bu yumurtadaki civcivin büyüyüp canlanması

ve kabuğunu kırması gibidir. Veya özleyenin

özlemi sürekli olarak hüznün lokma ve suyu ile

kuvvetlenince hemen ülfet ve dostluğa adımını

atmasıdır. Onun sayhası ve feryadı, kendi

irâdesi dışında ona doğru adımını atmış olmasındandır.

Bunun gibi bütün kuşlardan çıkan

sesler göğüslerindeki özlemden kaynaklanır. Bu

sesler, ya öncesinde hüzün bulunmayan bir

zevk ve safanın eseridir veya öncesinde güçlendirici

bir hüzün bulunan haz ve zevkin neticesidir.

Seyyârın, kendisinden “kuş sesleri”nin çıktığı

bir hâle ulaşması, Allah Teâlâ ile üns ve bast

114 Fevâihu’lCemâl ve Fevâtihu’lCelâl

hâlinin ondan da öte O’nunla olan ferah ve

sevincin bir neticesi ve meyvesidir.

Haller

Kerbelâ yolunda iken bir dervişten böyle bir

ses duyardım, kötü görüp inkâr etmiş ve durumu

kendisinden sormuştum.

“Hayırlı olur inşaallah bu, sadece mübarek

bir şeydir”, diye karşılık verdi. Benim o makama

henüz ulaşmadığımı feraseti ile tespit edince

bana bu sözlerin dışında hiçbir şey söylemedi.

Gerçekten bir zaman sonra o makama ulaşınca,

kuş seslerini işitme hâlini tecrübe ile öğrendiğim

zaman o dervişin sayhasının doğru ve

sahih olduğunu anladım. Pişmanlıkla parmağımı

ısırdım. Hayret ve dehşet içinde kalanlar gibi

“Subhânellah” dedim. İşin garip tarafı bu işten

haberi olanlar müstesna insanlar arasında adım

mecnun ve deliye çıktı.

Bu güzel bir hâldir. Ancak bunun üstünde

daha yüce hâller vardır. Bu, “mülkü’lhâl” “hâllere

mâlik” olmaktır. Çünkü kişinin hâle hâkim

ve gâlib olması hâlin o kimseye mâlik ve gâlib

olmasından daha kuvvetlidir. Bu da şu şekilde

olur:

Bir şahıs önce irâdesini Hakk’ın irâdesinde

yok eder, bundan sonra daha da ilerleyerek

Hakk’ın irâdesi ile vasıflanır. Hakk’ın ihtiyarında

fânî olmaktan da yücedir. Bu, büyük hücumlar,

celâl sahalarında koşuşmalar, büyüklük meydanlarında

yarışmalar, hüviyetin havasında

uçmalar gibi imtihan ve denemelerle tamamlanır.

Neticede Seyyâr ilâhî vasıflarla sıfatlanma

Şeyh Necmeddîni Kübrâ 115

elbisesini giyer ve (ilâhî) ihtiyar hilati ona giydirilir.

Hakiki manada tarikatta halife o olmuştur.

Allah Teâlâ buna işaretle şöyle buyuruyor:

“Allah sizi yeryüzünde halife kıldı..”86

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” 87

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol