Kainatla ilgili müşahedeler11
KÂİNATLA İLGİLİ MÜŞAHEDELER
Gaybet hâlinde iken bazı semâlar görülür.
Onlarda yıldızlar, güneşler, aylar vardır. Hepsi
yakînin sebeplerindendir. Fakat bu yıldızlar için
çeşitli tefsir ve yorumlar vardır: Bazen Kur'ân‐ı
Kerim, bazen da insanlardan bazı kimselerin
cevherleri olurlar.
Bir yıldız, kendi semâsında sabit iken ve
Seyyâra hücum etmeden ona görünürse,
Seyyâr ona gider ve ziyaret eder. Eğer ona hücum
eder ve içine girerse bu sefer o Seyyâra
gelmiş ve onu ziyaret etmiş olur. O yıldızın büyüklüğü
küçüklüğü, saf oluşu, gizli oluşu, nuru,
çokluğu, azlığı, toplu veya ayrı oluşunda ziyaretçilerde
mevcut olan büyük küçük, saf, gizli,
nur, çokluk, azlık, toplu, dağınıklığı için âyetler
ve alâmetler vardır.
Bazen Seyyâr burçlar, menziller ve bunlara
dâhil olan “yedi gezegen” müşahede eder.
Bunlar, Seyyârı karşılayan ve vakıa ve mana
denilen şeylerdir. Bu vakıa ve mana yakında
vücud âlemine dâhil olacak demektir.
Örnek
Bir gün gaybet halinde iken, güneşi gördüm.
Bir kavs ve burçtan çıktı oğlak burcuna girdi.
Sonra beni ziyaret etmek için o bölgenin sultanının
veziri yanıma geldi. O günlerde halvette
idim. Anladım ki bu, sultanın bu fakire gösterdiği
tevazu ve alçak gönüllüktür.
Ruhların Ziyareti
Cesetlerden önce ruhların bir araya toplanŞeyh
Necmeddîn‐i Kübrâ 117
ması, yine cesetlerden önce birbirlerini ziyaret
etmelerinin sırrı, ruhların cesede olan üstünlüğüdür.
Bütün insanlar için durum böyledir. Ancak
zevki bozulanlar bunu hissedemezler. Varlık
hastalığının algılama üzerine çökmesi sebebiyle
gözü kör olanlar da bunu göremezler. Bu ruhların
meclisinden ancak gücü nispetinde nasibini
alır. Meğerki insanlardan her biri, ruhların birleşmesinden
kendi miktarlarınca pay almış
olsunlar.
Şu halde avam akılla hatırlar ve dille zikreder.
Avama ruhlar hücum ederek gelince, şu
atasözünü söylerler:
“Dostunu ve sevdiğini zikrettin, o halde kuru
üzümü hazırla!”
Bunun manası şudur: O seni ruhu ile ziyaret
etmiştir veya sen onu ruhunla ziyaret etmişsindir,
ziyaret yakında şahıslar ve bedenler arasında
vaki olacaktır.
Havas hakkındaki durum şöyledir:
Kardeşini ve dostunu ziyaret edecek veya
dostu onu ziyaret edecek ve aralarında birtakım
hususlar cereyan edecek, diye havastan
olan zat içinde bir his bulur, veya üzerine vaki
olan bir vakar bulur da kardeşini zikretmekle
beraber itminan bulur. Sonra bu vakar biraz
büyür, “beyaz bulut” gibi görülür, önüne gelir,
deprenir, artar. Daha sonra önünde hareket
eder, ışık saçan bir nur haline gelir. İnsan çok
garip ve dikkat çekici bir şeye baktığı veya mükemmel
bir şeyi dinlediği gibi hayret ve dehşet
içinde ona bakmaya başlar. O anda görme duygusu
da değişikliğe uğrar. Hiç göz kapaklarını
118 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
kırpmadan bir noktaya bakar, dalar gider. O
zaman ruhlar âleminde sırların bir araya gelmesinden
dolayı her şeyi, hatta kendini bile unutur.
Ve o zaman havas kendileri ile kardeşleri
arasında maddî âlemde ve bedenler arasında
bir ziyaretin cereyan edeceğini ve bunun vukua
gelen ruhların ziyaretinden ibaret olduğunu
anlar.
Hatıra
Şeyh Ammâr‐ı Yâsir el‐Bitlisî kaddese’llâhü
ruhâhûnun hizmetine aralıksız devam etmeye
başladığım zamanlarda bu anlattıklarımın doğru
mu, yanlış mı, diye tereddüt ediyordum. O
günlerde de Şeyh bir köye gitmiş sonra dönmüştü.
Şeyh bizim olduğumuz şehre yaklaşınca
onun vakar ve himmeti bir dağ gibi üzerime
çöktü. Bu durum karşısında hiç kımıldayamadım.
O anda bana bunun Şeyh olduğu, misafir
olarak gittiği köyden dönmekte olduğu ve buraya
yaklaştığı ilham edildi. Ve arkadaşlara:
“Haydi, Şeyhimiz geliyor karşılayalım”, dedim.
“Sana bunu kim haber verdi”, dediler. Ben
de:
“O’nun vakarı üzerime düştü”, deyince alay
edercesine güldüler. Benim ciddî olduğumu
gördüklerinde ise bu söylediğimin gerçek olup
olmadığını denemek için yola düştüler. Şehrin
dışına çıkar çıkmaz ata binmiş olan Şeyh, güneş
gibi bir tepeden üzerimize doğdu. Müridler ve
dervişler bu durumu görünce şaşırdılar ve biraz
önce yaptıklarına pişman oldular.
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 119
Müşahedeler
Havas hakkında ruhların şekilleri ay, güneş,
“beş şaşkın” (hamse‐i mutehayyır) gibi semâda
sabit olan yıldızlar biçiminde zuhur eder. Bunun
başlangıç noktaları ve bitiş noktaları dardır.
Seyyâr gaybet hâlinde iken başlangıçta bir
nokta gibi görülür, daha sonra büyür, yıldız
haline gelirler. Bazen da gaybet hâlinde olmadığı,
fakat göz kapaklarının kapalı olduğu zamanlarda
ortaya çıkarlar. Daha sonra çoğalırlar
ve bu yıldızlar Seyyâra gündüzün ortasında
zuhur ederler. Artık gözleri kapalı değildir. O
zaman dilinden de şu sözler dökülür:
“Subhanellah, ve’l‐hamdülillah, ve lâ ilahe
illa’llâhu vallahu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete
illa billahi’l‐aliyyi’l‐azîm”.
Seyyâr için bir hâl hâsıl olur ve bu halde ilerler.
Onun himmeti ile ruhlar isteseler de istemeseler
de huzura gelirler. Sonra hâli daha da
ilerler ve ölülerle dirilerin ruhlarını ayırt edebilir.
Nebilerle şehitlerin ve diğer insanların ruhları
arasındaki farkı görür.
Seyyâr aşağıda olduğu halde gök ve gökteki
yıldızlar görünürse, bu kullarda tasarruf gücü ve
yetkisi olmaksızın onların hâllerini murakabe
etmesinin başlangıç noktasıdır.
Bu görünüş kendiyle aynı zuhur ederse ve
tadarak bunun o olduğunu anlarsa, bu kendi
hâlinin onların halleriyle eşit olması demektir.
Seyyâra gök ve gökteki yıldızlar altından görünürse,
bu, kâmil bir murakabedir, onlar üzerinde,
tasarruf yetkisinin ona verilmesidir. Şu
âyet oradan tecellî eder:
120 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
“O kulları üzerinde Kahhârdır. Yegâne tasarruf
sahibidir...”88
Seyyâra tasarruf gücü verilmesinin alâmet
ve işareti bazen de şu şekilde olur:
Önünde iki kutup ile burç ve menziller görür.
Elini teker teker bunların içine sokar ve
içindekilerden haber alır.
Örnek
Gaybet hâlinde iken âlimlerinden birini gördüm.
Gökyüzü berrak ve yıldızlarla dolu idi.
Âlim,
“Bu güneş ve yıldızların manasını anlıyor
musun?” dedi.
“Buyurun söyleyin dedim”. Şunu dedi:
“Allah gece ve gündüz kullarına bakar,
O’nun gece bakışı yıldızlar, gündüz nazar etmesi
ise güneştir”.
Yine gaybet hâlinde iken, yıldızlı bir gökyüzü
gördüm. O semâdaki yıldızlardan, Kur'ân‐ı Kerim'i
anladım “Âyete’l‐kürsî” şu şekilde idi:
Harfsiz ve kelimesiz yazılmıştı.
Bir başka gaybet hâlinde de gökyüzü Kur'ânı
Kerim' kitabı gibi ortaya çıktı. Dört köşe şekiller
ve noktalarla şu şekilde yazılmıştı:
88 En’am, 18‐61
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 121
Bu Tâhâ suresinin şu âyeti idi:
“...Gözümün Önünde büyüyesin diye senin
üzerine benden bir sevgi koydum...” 89
Bunu anlıyor ve okuyordum. Bunun, tanıdığım
bir kadına dair olduğu bana ilham edildi.
Kadının ismi Benefşe (menekşe) idi. Gayb âlemindeki
ismi ile “İsteftiyn” idi.
Seyyârın Gaybî İsimle İsimlenmesi
Seyyâr makbul haline gelince gayb âleminde
ona isim ve künye verirler. Şeytanın ismi ile
Allah Taâlâ’nın ism‐i âzam’ı ona tarif edilir.
Benim gaybtaki ismim قنطرون Kantarûn’dur.
Künyeme gelince onun hikâyesi de şöyledir:
Hafız Silefî İsfahanî (hyt. 576/1180) den İskenderiye’de
hadis dinliyordum. Bu yaşlı âlim
mezhepte Şafiî, itikadda Selefi idi. Yaşı yüzün
üstünde idi.
Yine gaybet hâlinde olduğum bir sırada
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi, yanında
ikinin ikincisi90 (Hz. Ebu Bekir radiyallâhü anh)
olduğu halde benimle oturur bir vaziyette gördüm.
O kadar ki dizi dizime değdi. O anda bana,
89 Taha, 39‐40
90 Bk. Tevbe, 40; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin seyrinde en yakın olanı
122 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
her gün Kur’an‐ı Kerîm’den O’nun için okuduğum
çeşitli virdlerimin olduğu ilham edildi.
Hemen virdimi okumaya başladım. Bitince,
bunu çok iyi bulduğunu ifade ederek:
“Böyle gündüzün hadis dinle ve gece
Kur’an‐ı Kerîm oku” dedi.
Daha sonra kendisinden künyemi sormam
ilham edildi ve sordum:
“Ya Rasûlallah, benim künyem Ebu’l‐Cenâb
mıdır, yoksa Ebu’l‐Cennâb mıdır? Benim nefsim
Ebu’l‐Cenâb (yücelik babası) şeklinde olmasını
istiyor”.
“Hayır” dedi;
“Künyen Ebu’l‐Cennâb (korkanların babası)
dır”, dedi. O zaman yanındaki arkadaşı da,
“Evet, Ya Rasûlallah o Ebu’l‐Cennâb’tır”.
Bu iki isim dünya ve âhiretin sırrına sahiptir.
Ebu’l‐Cenâb deseydi ben dünyaya sahip olacaktım.
Ebu’l‐Cennâb dediği için, inşaallah ikisinden
de uzak kalıyorum.
Şeytanın ismi
Yine bir gün gaybet hâlinde iken şeytanı
gördüm ve tanıdım. Fakat doğru söyleyip söylemediğini
denemek için tanımamazlıktan geldim
ve ona sordum:
“Kimsin ve adın nedir?”.
“Garip bir adamım, ismim de يوناق “Yunak”
“Hayır sen Azâzîlsin” dediğim zaman derhal
üzerime atıldı ve:
“Evet ben Azâzîlim, ne yapacaksın?”
Aramızda maceralar geçti, bunlardan biri
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 123
şudur:
Bedenim bedenine ve yenlerim yenlerine
gelecek şekilde elbisemin, onun elbisesine dikili
olduğunu gördüm. Kurtulmak isteyen aciz bir
kimse gibi, ona kurtuluşun ve necatın yolunu
sordum:
“İnsan senden nasıl kurtulur?” dedi ki;
“Ancak elbisesini elbisemden ayırdığı zaman.”
Hemen elbisemi çektim. O da çekti ve elbisem
elbisesinden koptu. Elbisesinden çıkınca
çıplak hale geldi, gözü de kör oldu.
Bu olay Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin şu hadisi ile tefsir ve izah edilmiştir:
“Şeytan, kan gibi, insanoğlunun damarlarında
dolaşır. Dikkatli olunuz ve bu yolu oruçla
daraltınız” 91 Şu hadisin manası da bunu izah
eder.
الامان عريان ولباسه التقوى
“İman çıplak (bir insan gibi)dır. Elbisesi
takvadır.” 92
Takva, şeytan çekişmesi karşısında gönüllere
bir sığınaktır.
Sofilerin Hırkası
Benim elbisem üzerimde olan yırtık elbise
hırkam (murakka) dır. Bu yırtık güç ve kuvvetten
dolayı meydana gelen değil, acizlik ve zayıf‐
91 Müslim, Selâm, 23, 25; Ebu Davud, Sünnet, 17‐18;
Edeb, 81; Savm, 79; tim Mace, Siyam 65.
92 Kaynağı tespit edilemedi
124 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
lıktan meydana gelendir. Sûfîlerin yırtık elbise
giymenin sırrı da budur.
Bunun yorumu:
Mümin ve müslümanlar, yeryüzünde Allah
Teâlâ’nın gözü ve casusudurlar. Tekkelerde suf
(yün) tan yapılmış elbise giyen fâsık bir kimse
gördükleri zaman, onu şiddetle tenkit edip,
kınarlar, hatta heyecanlarını daha da ileri götürerek
aynı tekkede yaşamış olsalar bile dövüp
hırpalamak isterler.
Onun zıddı olan birini gördüklerinde, bu
kimse sırren ve bâtınen veli bile olsa, manaya
suretle itibar ederek onu azarlarlar. Bu zahirî
engelleri (giydiği velilik hırkası) ondan uzaklaşır.
Hakk’ın günahkârlara olan şefkati, merhameti
ve onların kusurlarını örtmesinden yararlanmaya
çalışan laîn, yani şeytan onu kendine çekerek
aldatmak istemektedir. (Yırtık elbiseli Sofi
buna engel olur) Umulur ki, bundan sonra Allah
Teâlâ o kişinin tevbesini kabul ederde kurtulur.
Nefis ve İsmet
Nefis, ölmeyen bir yılandır. “Ef’â” denilen
zehirli yılan buna güzel bir misâldir. Bu yılan
kesilse, başı ezilse, yumuşak bir şekilde dövülse,
sonra derisi bedeninden soyulsa, eti pişirilse,
yense ve bu derisinin üzerinde birkaç yıl
geçtikten sonra güneşin altına konsa hemen
hareket etmeye başlar. Nefis de tıpkı bunun
gibidir.
Bu nedenle ölmüş görünen nefse hevâ, şehvet
ve şeytanlık ateşi vurduğunda hemen canlanıp,
harekete geçer. Sonra nefis vücudun
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 125
organlarına zulm etmeye devam eder, organlardaki
gücünü ve gıdasını geri alır ve Sonuçta
ayağa kalkar.
Bu takdirde bu işin kökünden tedavisi ancak
sureti ve şekli değiştirmekle olur. Bu da şu
sözümüzün sırrıdır: “Gücünün yetmemesi ismettendir”.
İsmet, 93 nebilerin ve meleklerin ismeti gibi
bazen vasıtasız olur.
Bazen silsilede olduğu gibi biri kişinin vasıtasıyla
olur.
Uyanık ve dikkatli Seyyar, bu silsileyi (ön
olayların sebebini) görür. Cahil, gafil ve şaşkın
kişi bu silsileyi unutur.
Birincisi sadece Rabb’ını, ikincisi ise sadece
nefsini görür.
Seyyâr önceleri sebebi, daha sonra ise müsebbibi
müşahede eder. Zamanla sebep ile
müsebbibi aynı anda müşahede edecek biçimde
onlarla ilişki ve ülfet kurar. Daha sonra ise
fani olanı bırakır bakî olanı tercih eder ve artık
sadece müsebbibi görür. Bazı şeyhlerin şu sözlerinin
anlamı da budur.
Her şeyden sonra Allah Teâlâ’yı gördüm,
Sonra Allah Teâlâ’yı her şeyle beraber gördüm.
Daha sonra ise her şeyden önce Allah Teâlâ’yı
gördüm. 94
93 İsmet: Günah işlememe, masum ve mahfuz olmak
94 Sofilerde bu sözler şu tertip üzeredir.
(Bahsedilen makamların lisanlarda söylenişi şu
şekildedir.)
126 Fevâihu’l‐Cemâl ve Fevâtihu’l‐Celâl
Bu, Allah Teâlâ’nın tevhidinde fâni ve zikrinde
istiğrak hâlinde bulunduğu için böyle olmuştur.
Bu şuna benzer:
Bir kimse güzel bir şahsı görür. Ona ilk bakışta
yüzünü, boynunu ve yüzde bulunan göz,
burun, yanak ve ağız gibi yerleri birer birer gö‐
Cem lisanında;
مارئيت شيأ الا ورئيت ا قبله
“Bir şey görmedim, ancak önce Allah Teâlâ’yı
gördüm”. (Her zaman önce Allah Teâlâ’yı
gördüm, kesreti görmedim)
Hazertü’l cem lisanında;
مارئيت شيأ الا ورئيت ا بعده
“Bir şey görmedim, ancak sonra Allah Teâlâ’yı
gördüm”. (Allah Teâlâ’dan önce kesreti
gördüm.)
Cem’ül cem lisanında;
مارئيت شيأ الا ورئيت ا معه
“Bir şey görmedim ancak her şeyi Allah Teâlâ’yı
beraber gördüm”. (Allah Teâlâ ile kesreti
beraber gördüm.)
Ehâdiyetü’l cem lisanı;
مارئيت شيأ الا ورئيته ان ا
“Bir şey görmedim ancak ne gördümse
muhakkak Allah Teâlâ (olarak) gördüm”.
(Burhânus’sâlikîn‐ Seyyid Muhammed Nûr’ül‐
Arabî , hzl. İhramcızâde İsmail Hakkı)
Şeyh Necmeddîn‐i Kübrâ 127
rür, Onu zamanla beğenir ve hoşlanır. Bu beğenme,
güzel vasıflara sahip olan zata karşı
kalbin içinde bir sevgi meydana getirir. Bu suretle
bütün vasıflar dolaşılır. Tüm vasıflar dolaşılıp
beğenme işi tamamlandıktan sonra, ona
karşı olan aşkını kemâle erdirir. Seyredilen zat
seyredenin kalbinde yerleşir, bir müddet onu
bu şekilde müşahede ederek bu hal üzere kalır,
bu vasıfların sahibini huzur ve tezekkür ile seyreder.
Sonuçta vasıfların tezekkür ve mütalaa
edilmesi fânî olur ve mezkûrun zikri bakî kalır.
Seyyâr da böyledir, âyetlerin tezekkürü ondan
fânî olur, âyetlerin yaratıcısının tezekkürü bakî
kalır.